LENSES in Turkish translation

['lenziz]
['lenziz]
lensler
contacts
mercekler
lens
glass
lensing
objektif
objective
lens
practical
objectivity
the camera
unbiased
lensleri
contacts
lens
contacts
lenslerini
contacts
mercek
lens
glass
lensing
mercekleri
lens
glass
lensing
merceklerle
lens
glass
lensing
objektifleriyle
objective
lens
practical
objectivity
the camera
unbiased

Examples of using Lenses in English and their translations into Turkish

{-}
  • Colloquial category close
  • Ecclesiastic category close
  • Ecclesiastic category close
  • Computer category close
  • Programming category close
They're my dad's. The lenses hurt my eyes.
Mercekleri gözümü acıtıyor. Babamın.
It used extra-long lenses to film a football match.
Çok ırak merceklerle bir futbol maçını çeker.
No, just Zip. Kept his expensive lenses in there.
Hayır. Sadece Zip pahalı lenslerini orada tutardı.
Her driver's license specifies she had to wear corrective lenses while operating a vehicle.
Ehliyeti araç kullanırken düzeltici lens takması gerektiğini belirtiyor.
They're my dad's. The lenses hurt my eyes.
Babamın. Mercekleri gözümü acıtıyor.
Three lenses for 15 reals.
Üç mercek 15 real.
A girl can only watch a guy clean his lenses so many times.
Bir kız bir erkeği defalarca sadece lenslerini temizlerken izleyebilir.
All right.-Julie, I didn't know you wore lenses.
Pekala.- Julie, lens taktığını bilmiyordum.
There were three lenses on each camera.-We got 12 cameras out here.
Her kamerada üç mercek. Burada 12 kamera var.
I changed lenses!
Mercekleri değiştirdim ya!
You're blind. Put some lenses in those things!
Körsün. Bunlara biraz lens koy!
on my world tour, hawking Obsidian lenses.
Obsidian lenslerini satma zamanım geldi.
Where do you rent these lenses?
Bu mercekleri nerden alıyorsun?
Flexible acetate frames, rimless lenses.
Esnek çerçeveler, çerçevesiz mercek.
Specifies she had to wear corrective lenses while operating a vehicle. Her driver's license.
Ehliyeti araç kullanırken… düzeltici lens takması gerektiğini belirtiyor.
For example, these sorts of trilobites had very large lenses.
Mesela bu tür tribolitlerin çok büyük mercekleri vardı.
The lenses are breaking down even more! Oh, no!
Olamaz! Daha çok mercek parçalanıyor!
I will give you some film, lenses, and another camera.
Ve başka bir makine vereceğim. Sana film, mercek.
The angle's tight, but those surveillance cameras, they have wide-angle lenses.
Açılar dar ama bu gözetleme kameralarının geniş açılı mercekleri var.
Michael Vincent, he flushed my lenses, so these are all I had.
Michael Vincent, lenslerimi klozete attı, yani elimde sadece bunlar kaldı.
Results: 591, Time: 0.0522

Top dictionary queries

English - Turkish